Ara

Kahve Sigara Kahve

Sigara dumanına kahveyle eşlik ederken cümlelere dökülen delilik alametleri…

Kategori

Çizimlerim

L’aya

Görsel: “L’aya” Kahvesigarakahve

Yürüyorum. Önümde uzanan ince yol, içimden akan sonsuz düşünce ve duygu içinde yürüyorum… Kendimden, kendime gidiyorum. Yolda bir sürü insan, bir sürü ayna. Bana beni yansıtıyorlar. Dişlerinden sızan zehir, dilleriyle yükseliyor, kulağımdan içeri girerek bütün vücudumda şifa bulması gereken neresi varsa, oraya doğru yöneliyor. Yolculuğun bu kısmında ego ayağını çekiyor gazdan ve frenden. Olması gereken oluyor. “Bana… Hem de bana… O bana böyle dedi ama” şeklinde tezahür eden yakarışlar, yerini sessizliğe bırakıyor. Spiral bir orman içinde, katman katman derinlere iniyoruz. Her katta aynı büyük başlığın altına dizelenmiş yeni deneyimler. Her biri ruhumun bir başka çapağını alan, beni pürüzsüzleştiren birer törpü gibi. Ömür törpüsü dedikleri bu muydu? İlginç… Ömrümü törpülerken, ruhumu – zihnimi ve bedenimi pürüzsüzleştiriyor.

Kendime gidiyorum. Yol açık… Kendimi gerçekleştirmek için tüm ihtiyacım olanları teslim alıyorum deneyimlerimden. Saygıyla diz çöküyorum önlerinde. Olması gereken oldu. Bitmesi gereken bitti. Gelmesi gereken zehir, bedenime süzüldü. Acıyor, acıtıyor. Ama ihmal etmiyorum. “Neden?” diye soruyorum. “Bu cümle bana neden bu kadar acı veriyor? Derinlerimde nerelere dokunuyor? Neden bu kadar üzülüyorum?”

Kendi içime, derinlerime spiral şekilde inen o merdivenlerde, tenhalığın hem ürküttüğü hem de insanın içini ferahlattığı o çapraşık duygular yolunda benimle tamamen bütünleşememiş ya da parçalanmaya çalışan benliklerimi buluyorum. Geniş bir bahçe burası. Çırılçıplak benliklerim. Kah uzanıyorlar yemyeşil çimene, kah ağaç dalları arasında oturuyorlar. Ortadaki açıklıkta duruyorum. Beni görüp duyabilmeleri için tane tane konuşuyorum…

“Bana acı veren o sözler, içimde nereye isabet ediyor? Hangimiz acı çekiyor? Bir adım öne çık ve konuş benimle… Neden inciniyorsun? Neden önemsiyorsun? Neden acıyorsun?”

Sessizlik… Havalı bir şekilde sigarasını yaktığında fark ediyorum onu. Ağacın bir dalında oturmuş, sırtını ağacın kalın gövdesine yaslamış, bir bacağını aşağıya sarkıtıyor. Parmaklarıyla saçlarını kulağının arkasına atarken çektiği nefesi ciğerlerinde tutup, gökyüzüne doğru bakarak dumanı dışarıya üfledikten sonra tek kaşını sert bir hareketle yukarı doğru ivmelendirerek gözlerini gözlerime dikiyor. Tanıyorum bu duyguyu: Kibir bu.

“Özelim ben. En özelim. Herkes de bilmeli ve duymalı bunu en derinlerinde. Benimle karşılaşan her bir ruh, tek tek fark etmeli. Tutunmak için ısrar etmeli bana. Temelli kalmak için direnmeli.”

Ne diyebilirdim ki? Bu illüzyonun içinde bulaşıcı bir hastalıktı “özel olmak”. Herkes kendi hayatının başrol oyuncusuyken, bir yandan “bencillik” ile “fedakarlık” arasında gider – gelir, bir türlü sınırlarını çizmeyi beceremez, bir yandan da her şeyin en doğrusunu bilirdi elbet. Kendimi uzun yıllar boyu figüran kıldığım bu yaşamda, içimde biriken kibrin farkına varmam kolay olmamıştı. Nasıl da saklanmıştı yıllar boyu ihtiyacı olanların öne geçişlerine yol verirken, insanların hatalarına karşı anlayış gösterirken, nice ayaklara sınırlarını umarsızca çiğnetirken. Hiç görememiştim tanrı rolü oynayan bu küçük kadını… Nasıl da saklanmıştı düşüncelilik, kibarlık ve yardımseverliliklerin ardına. Bu fark edişle doldu gözlerim. Kendimi yargılamıyordum, aksine onu bulabildiğime çok mutluydum. Kollarımı kocaman açtığımda, öyle bir çekildi ki içime, tutunabilmek amacıyla uzandığı ağaç dallarındaki birkaç yaprağı da çekip getirmişti yanında. Sımsıkı sarıldım ona. Saçlarını okşadım, önünde saygıyla eğildim sonra.

“Seni kabul ediyorum. Özümsün sen benim. Ve özür diliyorum, bunca sene çeşitli roller altında seni görmezden geldiğim için”

Çizimlerim-13

Varla Yok Arası

Görsel: kahvesigarakahve

Hayata sunabildiğim yegane varlığımı, öğretilerinizin soğukluğu karşısında kalın örtüler altında gizlemek zorunda bırakılışımın kırkıncı senesine yaklaşırken daha net görüyorum bazı şeyleri. Sizin öğretileriniz birer darağacı; bakışınız kibirli, kirli ve kırık. herkesi ötekileştiren, eleştiren, sevgisiz ve saygısız bir açı bu. Daracık pencerenizden baktığınız kıyılar şefkatsiz dalgalarınıza maruz kalıyor. bu yüzden istemiyorum açılarınıza acılarımla sığınmak. anlaşılmayı beklemiyorum, anlayabilmeyi umduğum kadar.

Sertçe karşı koydukça insan, tüm ömrü bir mücadeleye dönüyor zaten. döne döne döngü haline dönüşüyor mücadele… Ve ben artık mücadele etmek istemiyorum zamanımı sizinle ve mücadeleyle doldurmamak için. Devam etmek istiyorum yolumda. e

Eleştiren sözlerinizi ve yargılayan gözlerinizi görmezden gelerek devam etmek… Gücünüzü, gürültünüzü ve tüm dünyama serdiğiniz koşullarla dolu sevgi saydığınız bencilliğinizi yok sayarak, sınırlandırdığınız varlığımı prangalarından kurtarıp devam etmek istiyorum yolumda.

Geç kalmışlık. yoğun bir duygu halinde köpürüyor yüreğimde. Hislerim, buzlu bir ayna. kırık dökük ne varsa farklı tonlara bürünüyor bilinçaltımda. Kan davasına dönüştürülemeyecek kadar sakin, sessiz bakıyorum içime. Kanıyor içim… Kandırıyor kendimi kendim, Senelerce öğrenilmiş hissizleşme ile. Oysa tek gerçek yol, üstünde uzanıp büklüm büklüm kıvrıldığımız… Kıvrıldıkça kırılıyor dünya. Çatlaklarından süzülüyor hakikat. Rengarenklikler içinde tutunuyorum müziğin albenisine. Zihnim kırık, dökük ve paramparça ruhumu toparlıyor. Ne kaldıysa benden geriye. Ve çoğalıyorum. Her uzaklaşma, bana kendimi getiriyor elbiselerimden sıyırarak. Bir tek ben miyim var olma savaşı veren? Bir tek ben miyim duvarlar arasına canlı canlı gömülen?

Yalnız, aidiyetsiz bir yol içinde uzanıp gidiyorum sessiz sessiz. Ölüm dışında nereye varacağımı bilmiyorum ve umursamıyorum da açıkçası. Her macera bir gün biter; dünyeviliğin en önemli kuralı. Öylece duruyorum, akabildiğim tüm kıyılara yavaşça süzülüyorum ruhumdaki boşluklardan. Kendimden kendime ulaşan yollarda, siniyorum dünyaya sessizce. Birle sıfır, varla yok arasında.

Exorcism

Görsel: Kahvesigarakahve

Çıkarıyorum içimden, geçmişte bilerek ya da bilmeyerek ektiğim ne varsa… Bütün karanlığı. Bütün aydınlığı. Tüm önyargıları. Yeniden ve yeniden, bitmek bilmeyen bir merakla ve endişeyle doğuyorum dünyaya. Geride bıraktığım her şeyi terk ederek, yine ve yeniden…

Vazgeçtim. Senden, güneşinden, sıcaklığından… Gülümsemene iliştirilmiş o sıcacık, davetkar olan her şeyden. Çünkü bir yanılsama… Gördüğüm ve kapıldığım her şey bir yanılsama. Kıskançlık kıskacındaydım bunca süre. Çocuk gözlerinde mutluluk ve rahatlama… Benden uzakta. Her şeye sıfırdan başlama zamanı şimdi…

Geçmişte ektiğim her ne varsa, çıkarıyorum içimden. Salıyorum dünyaya… Ait oldukları yere. Bana verilenleri kabul etmekte zorlandım zaten hep. Geri veriyorum bütün hastalıklı ve çarpık bakış açılarını. Önyargıları. Tamamen savunmasız kalana dek…

Kaçıncı bölüme geldim ve başlık nedir hiç bilmiyorum. Kaç sayfa kaldı sona? Yaşam kayığına binmiş, hızlıca saniyelerin üzerinde akıyorum. En sonunda ellerimle tutabiliyorum dümeni, zamanı yönetemesem de… Yaşamı saçlarından tutabiliyorum en sonunda… Peki şimdi yolculuk nereye?

Çizimlerim – 11

Çizimlerim -10

Çizimlerim -9

Zor Zamanlar..

Görsel: kahvesigarakahve

Etrafımda dönüp duran karanlık bir bulutla uyandım bugün. Yine herkesin hayatı belirli bir düzendeymiş de, bir tek ben dışındaymışım gibi dünyanın… Sanki herkesin tutunduğu bir dal vardı ve ben tek başıma süzülüyordum göklerde. Diğer zamanlarda da bunu çokça hissederdim ancak bu defa yere doğru çakılmak üzere hızla düşüyor gibiydim.

Bana kocaman sarılıp “Her şey geçecek, hepsi düzelecek” diyecek ve beni gerçekten her şeyin geçeceğine inandırabilecek birinin varlığına ihtiyaç duyuyordum. Oysa kocaman gözlerle bana bakan, tam bu sözleri söylemesem de, sadece sarılıp sevmemi bekleyen bir kediyle yaşıyordum. Ve kediler hiçbir zaman insanlara her şeyin geçeceğini garanti etmezler.

Özel hayatımda madde dünyadan bağımsız yaşamayı tercih etmiştim hep. Oysa bir şekilde ay sonları ve ay başları beni bu dünyaya çekiyor, bu bir – iki haftalık dönemde sıraya giren madde dünya üzerindeki tüm başarısızlıklarım her seferinde beni paramparça ediyordu. Bu oldukça gurur kırıcı bir durum. Çoğu zaman gelirlerimle giderlerimi dengeleme savaşıydı yaşam adeta. Yapmak zorunda olduklarımla, yapmak istediklerim arasında uzanan bir yarış… Bir şekilde yaşam standartlarımdan vazgeçmeden, parayı araç olmaktan öteye çekmeden yaşamak istiyordum. Ama işte bu ay başları ve ay sonları insanın belini büküyor ve her defasında içimdeki anne sesi şahlanarak “madde dünyada başarılı değilsin. bu yönde çaba sarf etmelisin” diyor bana. Ben ise nasihat alacak yaşları çoktan geçtiğimi umuyorum.

Tutunmak oldukça zor. Hayata tutunmak… Yaşanılan onca şey insanın ömründe koca bir ağırlık yaparken hele… Elini bırakıp düşmek istiyor insan istemsizce. Hele benim kadar korkularını büyüttükten sonra, onları beklemek ve korkularının gerçekleşmesinden korkmaktan bıkıp, onlarla yüzleşmek için can atan bir kişiyseniz… Tahammül sınırımı aştığımda, içimde yükselen ani bir “will power”, “hatred” ya da “nitro”… Adına ne derseniz deyin… Aniden gözünü kan bürümüş bir insana dönüşüp gerçekleşmesinden korktuğum şeyi gerçekleştiriveriyorum. Mantıksız da olsa… Sonrası büyük bir rahatlama…

Bugün, geçecek. Biliyorum. İçinde bulunduğum bu madde dünyaya bağlı karamsar saçmalık yavaş yavaş kalkacak üzerimden. Ya da bununla yaşamaya alışacağım. Belki bana zorla öğretecek hayat. Madde dünyayla ruh dünyamı dengelemeyi. Belki de yeni yollar bulacağım. Yavaşça akıyor yağmur damlaları… Az önce şimşekler yayan kara bulutlarım arasından. Arınıyor dünyam. Önüne sis inmiş gözlerim, yeni bir renk arayışı içinde tarıyor dünyayı. Sarılıyorum kendime, bulutlara, sislere ve saçak saçak uzanan saçlarıma uzanıyor ellerim. Kendimi sadece ben avutabilirim.

Çizimlerim -8

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑