PicsArt_10-11-10.58.09.jpg

“Bir Ekim akşamıydı. Yağmur, rüzgardan aldığı güce iştirak ederek tüm serinliğini boca ederken insanlığın üzerine, bu karmaşaya dayanamayarak tellerini olması gerekenin aksi yönüne doğrultan şemsiyesini elindeki poşetler yüzünden acemice hareketlerle düzeltmeye çalışıyordu. Karşı istikametten kadına doğru gelen devasa adam ise aynı şekilde rüzgarla birlik olup kendisine direnen şemsiyesini rüzgarın geldiği yöne doğrultarak tek hamlede düzeltip, bu küçük kadının telaşlı çabalarına göz ucuyla bakarak ve hafifçe tebessüm ederek geçip gitti… Kadın bu asi şemsiyeyle uğraşmaktan bitap düşmüş, çöp kutusuna uğurlamıştı bile şemsiyeyi. Artık onunla yağmur ve rüzgarın arasına hiçbir şey giremiyordu… Üşümekten hissizleşmeye başlayan elleriyle burnunun ucuna doğru dokunarak nafile bir çabayla burun ucunu ısıtmaya çalıştı. Bugün elini attığı her şey onu elini attığına pişman etmiş, tüm işleri ters gitmiş, tüm beceriksizliğiyle ruh israfı olduğunu düşünür hale gelmişti. Bütün şanssızlıklarından kendisini sorumlu tutuyor, kendisine lanetler ederek bir an evvel otobüs durağına ulaşmaya çalışıyordu.

Adım adım ilerleyen trafik nedeniyle bulduğu ilk fırsatta yolun sağına geçerek durağa sert hareketlerle giren otobüsün içine sonunda kendisini attığında, üzerinde ıslak montlarıyla otobüsü hınca hınç doldurmuş olan insan kalabalığının kişisel alanları gözetmeksizin birbiri üzerine yığılmasını gözlerindeki hayretle karışık isyan ifadesiyle bakakaldı….”

Durdu. Kaşları çatık bir şekilde kargacık burgacık yazılmış harflere bakıyordu. Yavaşça ellerini saçlarının arasına soktu, karıştırdı. Saç diplerindeki rahatlama hissi ılık ılık bedenine yayılırken, önündeki defterin sayfasını sinirli ve aceleci bir hareketle yırtıp buruşturdu.

– Yazamıyorum!

İçinde yankılanıp duran bambaşka bir dünyaya dahil olmamak için kendisini başka başka konular üzerine yazmaya zorluyor, bunda da bir türlü başarılı olamıyor, ister istemez sürekli düşünceleri tarafından bölünüyordu. Önünde duran defterde neredeyse sayfa kalmamış, tüm oda, koparılıp buruşturulan ve sonrasında gelişigüzel atılan kağıtlarla dolmuştu. Kalemi bırakıp, kafasını masasının üzerine uzattığı kolunun üzerine koymuş, ağlamakla ağlamamak arasındaki karışık bir duyguyla nefesini tutmuş bekliyordu. Başını kaldırdığında, kapının önünde sessizce kendisini izleyen eşini gördü. Kadın, gözlerinde endişeli ve hüzünlü bir ifadeyle masaya götürmek üzere eline aldığı tabakları göstererek, adama,

– Hadi, yemek hazır. İstersen bir şeyler atıştır, tekrar denersin, dedi.

Adam, az önce kadının şahit olduğu hezeyandan duyduğu utançla gözlerini kadından kaçırarak,

– Tamam canım, geliyorum hemen, dedi.

Kadın, sessiz hareketlerle yemek masasına doğru ilerlerken, adam kendinden utanmış bir ifadeyle boynunu bükerek kendi kendine fısıldadı;

– Tek kelime bile yazamıyorum…

Yemek boyunca tek kelime etmediler. Kadın, başını önüne eğmiş, adamdaki bu değişimi görmezden geliyordu. Adam ise yemeğinin sıcaklığı yüzüne vurana kadar tabağın üzerine eğiliyor, bulunduğu açıda başını oynatmadan kadına kaçamak bakışlar atıyordu. Eşinin, yaşadığı hezeyanların farkında dahi olmadığına emin olduktan sonra derin bir iç geçirdi. Kadın iç geçirme sesinin ardından başını kaldırıp eşinin gözlerine baktı. Adam dikkatin kendisine yöneldiğini fark edip anlık heyecanla kadına doğru gülümsedi. Bu tebessümden çok, dudakların kenarında beliren bir kas seğirmesi gibi duruyordu. Kadın bu belli belirsiz tebessüme karşılık bembeyaz dişlerini ortaya çıkaran, geniş bir gülümsemeyle karşılık verdi adama. Adam pes etmişti. Kendisini eşinin gülümsemesinin ferahlığına bırakarak, aynı şekilde geniş ve ferah bir gülümsemeyle karşılık verdi eşine.

– Özür dilerim, dedi adam. Sana yalan söylememeliydim…

Kadının gözleri hayalkırıklığıyla doldu.

– Anlattıkların yalan mıydı? diye sordu kuşkuyla.

Kuşku, insan ruhunun taşıyabileceği en ağır yüktü, yaşlandırırdı insanı… Lakin gerçeğe ulaşan o dar sokakları da bir tek onun rehberliğinde keşfedebilirdi insan… Zihnine doluşan sorular, bir tür zehir gibi damarlarında dolaşıyor, adamın bir gece önce anlattığı hikayede nerelerde gerçeğe aykırılıklar olabileceğine dair düşünceler saçlarına üşüşüyordu. Peki şimdi? Şimdi tüm gerçeği itiraf edecek miydi? Artık ona nasıl güvenecekti?

Adam, kendi iç dünyasında bir gece önce anlattığı hikayenin kırık dökük gerçek dışı parçalarını düşünüyor, Bütün bunları karısına nasıl anlatacağını düşünüyordu. Karısının gözlerinde yansımasını gördüğü hayal kırıklığı içine batıyor, ruhunu kemiriyordu. Daha fazla saklayamazdı. Sonucu ne olursa olsun, tüm gerçeği tek seferde anlatmalıydı. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı;

– Ben dün yaptığımı anlattığım hiçbir şeyi yapmadım.

– Peki ne yaptın?

– Tüm gün evde uyudum!

Görsel: kahvesigarakahve picsart